9 Aralık 2009 Çarşamba

ÜNLÜ SOSYOLOGLAR

Auguste Comte
Fransız Devriminden hemen sonra doğduğu için -Sosyoloji alanındaki- çalışmaları Fransız Devrimine ve Aydınlanma Düşüncesine bir tepki niteliğinde insanlık dinini kurmayı deneyen,pozivitizmin sahte peygamberi sever.Fransız filozofudur.Veznedar bir babanın ve dindar bir annenin oğlu diye bilinir.dokuz yaşında doğduğu şehrin kolejine girer ve keskin zekası sayesinde parlak bir talebe olur.On dört yaşında iken bir takım nedenlerden dolayı ailesinden ayrılır ve katı bir cumhuriyetçi olur.Ayrıca disiplin ve otoriteden nefret eder.Henüz 16 yaşındayken pariste politeknik okulunun giriş sınavlarını kazanır.Matamatikte çok iyi olmasına borçludur bunu.Bu okulda çeşitli fikir adamlarının kitaplarıyla ilgilenir.Ailesi istememesine rağmen parise dönüp biyolojiyle ilgilenir.Saint simon la tanışıp yedi yıl arkadaşlık ve çıraklık eder.Fakat hocasının itahat ettirmek isteği,comteninse disiplinsiz ve kendi büyüklüğüne fazlasıyla inanmış olması ikilinin yollarını ayırır.Comte zayıf ve bedbaht biriydi diye söylenir.Bir sokak kadınıyla evlenmesi ve onu boşuboşuna yola getirmeye çalışması devamlı geçimsizlik ve kavgaya neden olur aralarında.Comte geçimini sağlamak için`pozitif felsefe dersleri vermeye başlar.Ona göre gerçeğin ölçüsü,metafizikten mahrum oluşuydu.Yani tecrübe ile ıspat olunmayan hiçbir şeye inanılmamalıydı.Yıllarca karısıyla gelgitli bir hayat yaşaması ve aşırı derecede okuması dolayısıyla gelgitler yaşamaya başladı.Yedi ay akıl hastahanesinde tedavi gören Comte karısının isteğiyle çıkarıldı.Ama kendine gelmesi bir yıl sürdü ve tekrar ders vermeye başladı.Fakat karısı beş yıl sonra kendisini terketti ama yıllarca mektuplaştılar.1845 yılında kocası müebbet hapse mahkum olmuş bir kadına aşık olur artık zenginlerden aldığı yardımlarla yaşar ve çevresindeki insanlara karşı çok kırıcı bir hal takınır.O zamanın kanunlarına göre boşanmak mümkün olmadığı için evlenemez fakat bu kadına çok içten aşık olur.Bir yılda 180 nin üzerinde mektup yazar bu kadına fakat kadın bir yıl sonra veremden ölür.Artık büsbütün bu platonik duyguya kaptırır kendini.1849-1850 yıllarında Comte`de belli başlı fikirler dallanıp budaklanır ve bazı garip teşebbüslere girşir.Pozitif bir din kurar.İnsanlık dini.Hatta rus çarına ve osmanlı sadrazamına mektup yazarak onları bu dine davet eder.Comte artık peygamberdir ve dininin esaslarını belirler.Hatta şeytan yerine napolyona lanet etmeye vaaz eder.Ernest renan comte`den söz ederken`200 yıldan beri birçok bilim adamının kendisi kadar görüp anladıkları gerçekleri kötü bir fransızcayla anlattığı için Comte`a büyük adam denilmesi beni kızdırıyor der.zihin çöküntüsü ve his dalgalanmaları yoğunlaşır ,kurduğu pozitf sisteme tamamıyla ters bir hareketle mistik ve metavizik olduğu kadar da garip bir din kuran Comte 5eylül 1857 günü,insanlığın sembolü ve temsilcisi sayıp ulu varlık adını verdiği veremden ölen sevgilisinin masasının önündeki son merasimini yaparken ölür.Sosyolojiyi Sosyal Statik ve Sosyal Dinamik olmak üzere ikiye ayırır. Sosyal Statik; bir toplumdaki düzeni ve durağanlığı incelediği için bir düzen kuramaz.Çünkü peygamber olamamıştır en başından beri. Sosyal Dinamik ise, değişme ile ilgili olduğu için bir ilerleme kuralıdır. Comte evrimcidir. Tarihi bir ilerleme süreci olarak görür yani iyimserdir. Comte' un üç hal ya da üç durum yasası vardır. Bunlar:
a) Teolojik ya da hayali hal,
b) Metafizik ya da soyut hal,
c) Pozitivist ya da bilimsel haldir.

Émile Durkheim
1858 tarihinde Epinal, Loren'de dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 1885 de Almanya'da bulundu Fransa'ya dönüşte yayımladığı makaleler ilgi topladı. 1887 Bordeaux Üniversitesi'nde ders vermeye başladı. 1902 de Sorbonne Edebiyat Fakültesi'nde çalışmalarını sürdürdü. 1906 da Buisson'un ölümü üzerine Sorbonne Eğitimbilim Profesörlüğüne getirildi.
Durkheim toplumbilimi kendi olgularını kendi ön dayanaklarıyla işleyen bir bilim durumuna getirdi. Auguste Comte'un fiziği, Herbert Spencer'in biyolojiyi örnek alıp inceledikleri toplumsal olaylar ona göre yalnız kendi türünden olaylarla açıklanabilir, "toplumsal olay" bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir. Toplumsal olay bireyi aşkındır, birey ona katılır. Her birey için toplumsal olaya katılmak kaçınılmaz bir zorunluktur. Çünkü toplumsal olaylar; genel zorunlu bireyi ve bireyler arası ilişkileri belirleyen din, ekonomi, hukuk, ahlâk, siyaset, bilim ve sanat türünden olaylardır. Durkheim bireyi bireyselliği toplum içinde tümüyle eritmez. İnsanın kendine özgü bireyliğini ve topluma özgü toplumsallığını saptar. İnsan genel doğruları hazırca, tartışıp araştırmadan toplumdan alır. Bu doğrular: bireyin, kendisi, başkaları, insanlar arası ilişkiler, doğa, evren olguları üzerine yargılarına temel dayanak olur.
Toplum bir başka yanıyla da insana ilişkin her kurumun temeli olup doğal bir bileşimdir. Kurumlar örneğin din ve Tanrı anlayışı da topluma bağlıdır ve onunla birlikte gelişip evrimleşir.
Durkheim bilgi anlayışında toplumun görüşünü örnek alır. Bilgide en genel kavramlar tek tek şeylerin tümünden bağımsız olmayıp tersine onlara uygulanabilen, topluma ilişkin kavramlar olduklarından en geçerli kavramlardır. Bunların mutlak, öncesiz sonrasızca doğru ve kesin kavramlar oldukları da söylenemez. Bilginin temel taşları olan genel kavramlar toplumla birlikte zaman ve uzam bağlamında değişip gelişen kavramlardır.
Din sosyolojisi ile ciddi olarak ilgilenen Durkheim'in eserlerinin bir kısmı Türkçe'ye çevrilmiştir. Comte'un takipçisidir. Toplumu, Tanrı yerine koymuştur. Burada kasıt inançlı bir kimse davranışlarda bulunurken Tanrı'sını nasıl gözetirse 'birey'inde davranışlarda bulunurken toplumu aynı şekilde gözettiğidir.
15 Kasım 1917'de Paris'te ölmüştür...
Başlıca eserleri
1892 - La contribution de Montesquieu à la constitution de la science sociale
1893 - De la division du travail social
1895 - Les Règles de la méthode sociologique
1897 - Le Suicide
1897 - La Prohibition de l’inceste et ses origines, L’Année Sociologique, vol. 1, 1897, p. 1-70, Texte reproduit dans Journal sociologique, pp. 37 à 101. Paris: PUF, 1969, 728 p.
1912 - Les Formes élémentaires de la vie religieuse
1914 - Qui a voulu la guerre ?, en collaboration avec Ernest Denisll
1915 - L'Allemagne au-dessus de tout, La mentalité allemande et la guerre

Karl Heinrich Marx (okunuşu: Karl Haynrih Marks) (5 Mayıs 1818 Trier - 14 Mart 1883 Londra) 19.yy'da yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir." Marx, bütün eski sosyoekonomik sistemlerde olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler yaratacağına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı" siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.
Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre, kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır.
Marx, bu değişimin organize bir devrimci hareketle geleceğini düşünür; bu değişim, ancak uluslararası işçi sınıfının birleşik hareketiyle meydana gelecektir: "Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar."
Marx yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Bolşeviklerin Rusya'da Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20. yy'da dünyada Marksist düşünce hemen hemen bütün ülkelerde taraftar bulmuştur. Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılmış konulardandır
MARX WEBER
1882'de Heidelberg Üniversitesi'ne Hukuk öğrencisi olarak girdi. Hukuk dersleriyle birlikte, ekonomi, ortaçağ tarihi ve teoloji derslerine de katıldı. Aralıklarla, Strasbourg’da Alman ordusuna hizmet verdi.
1884 Sonbaharında, babasının evine, Berlin Üniversitesi’ne çalışmak için girdi. Sonraki 8 yıl boyunca, sadece bir dönem Goettingen Üniversitesi için ve kısa dönem askerlik için evinden ayrıldı. Baba evindeyken, stajer avukat oldu ve nihayetinde Berlin Üniversitesine doçent olarak girdi. Meslek birliğinin sınavını kazandı. 1880’ler boyunca tarih dersleri almaya devam etti. 1889 yılında "Ortaçağ İşletme Organizasyonları Tarihi” isimli doktora tezini verdi. İki yıl sonra “ Roma Tarım Tarihi ve Roma Tarım Tarihinin Özel ve Halk Hukukundaki Önemi” adlı makalesini tamamladı. Weber artık bir profesör olması için önünde bir engel kalmamıştı.
Doktora tezi sonrasında, Weber’in ilgisi çağının sosyal politikalarına kaydı. 1888’de “Verein für Socialpolitik”e katıldı. Bu birlik, tarih ekolüne bağlı Alman ekonomistlerin kurduğu yeni bir meslek örgütüydü. Orada, sosyal problemlerin birçoğunun ekonomi ile çözümlenebildiğini, ve ekonomik problemleri çözümlemede istatistik yöntemleri kullanmaya öncelik etti. Siyasete ilgisi devam ediyordu ve sol görüşlü Protestan Sosyal Kongresi’ne katıldı. 1890, “Verein” Polonya Sorunu “Ostflucht” diye bilinen, yabancı çiftçilerin Doğu Almanya’ya girişleri ve yerli çiftçilerin ise hızla sanayileşen Alman şehirlerine göç etmelerini üzerine bir araştırma programı açtı. Weber, bu programa katıldı ve geniş bir sonuç bildirgesi kaleme aldı. Bu sonuç bildirgesi, muhteşem bir empirik çalışma denilerek övüldü ve Weber’in tarım ekonomisi dalındaki uzmanlığını perçinledi.
1893’de, kuzeni ve geleceğin feminist yazarı olan Marianne Schnitger ile evlendi. Schnitger, Weber’in ölümünden sonra, onun gazete makalelerini toplayıp kitaplaştıran insandır. Çift 1894’de Weber’in Freiburg Üniversitesi'ne Ekonomi Profesörü olarak atanması üzerine, Freiburg’a gittiler. Bundan iki yıl sonra, aynı görevle Heidelberg Üniversitesi atandı. 1 yıl sonra, oğluyla sert bir anlaşmazlığa düşmelerinden iki ay sonra baba Weber vefât etti. Bu olayın ardından, Weber artarak uyku problemine ve sinirliliğe düçar oldu. Bu durum, Weber’in profesörlük görevini sürdürmesini zorlaştırdı. Bu durum, daha az ders vermesine neden oldu ve 1889’da son dersini verdi. 1900’de eşiyle birlikte İtalya’ya gittiler ve 1902’ye dek Heidelberg’e dönmediler.
Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlak
1890’lardaki engin üretkenliğinden sonra, 1898’den 1902 sonlarına kadar tek bir sayfa bile yazmamış ve nihayetinde 1903’de profesörlükten istifa etmiştir. Bu sorumluluktan kurtulunca, “Archives for Social Science and Social Welfare”den gelen ortak editörlük teklifini, meslektaşları Edgar Jaffe ve Werner Sombart’la birlikte kabul etti. 1904’te, bazı makalelerini bu dergide basmaya başladı, “Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlak” (Die Protestantische Ethik Und Der Geist Des Kapitalismus) da bunlardan en dikkate değer ve ünlü olanıdır. Bu çalışması, daha sonraki, ekonomik sistemleri kültür ve dinle temellendirmek düşününe temel oluşturmuştur.
Bu çalışması, o hayattayken kitap olarak basılan tek eseridir. Yine o yıl, A.B.D.’ye gitti ve Congress of Arts and Sciences’da World's Fair (Louisiana Purchase Exposition)’a atıldı. Bu başarılarına rağmen, Weber sürekli hocalığa devam edemeyeceğini düşünüyor, sadece özel dersler veriyordu, geçimini de kısmen bu yolla büyük ölçüde kendisine 1907’de kalan mirasla sağlıyordu. 1912’de Weber, sosyal demokratlar ve liberalleri birleştirerek bir sol parti kurmayı denedi. Bu girişim, liberallerin, sosyal demokratlardan devrim yapabilecekleri endişesiyle uzak durmaları sonucunda başarısızlıkla sonuçlandı.
Alman siyasetindeki yeri ve etkisi
I. Dünya Savaşı sırasında, Heidelberg’dekki bir askeri hastanede müdürlük yaptı. 1915 ve 1916’da, savaş sonrasında Belçika ve Polonya’daki Alman üstünlüğünün sürdürülmesi için görevlendirilen komisyonda görev aldı. Savaş sırasında Weber’in Alman İmparatorluğu’nun genişlemesine dair görüşleri gibi, savaş hakkındaki görüşleri de değişti. 1918’de Heidelberg’deki “İşçi ve Asker Konseyi”ne katıldı. Yine aynı yıl, Versay Anlaşması'na katılan Alman Ateşkes Komisyonu’na danışmanlık yaptı ve "Weimar Anayasası komisyonuna üye olarak atandı. Özellikle 48. madde'nin bu anayasayada yer almasını sağladı. Bu madde daha sonra "Hitler" tarafından, muhaliflerini susturmak ve diktatörlüğünü kurmak için kullanılmıştır. Weber’in Alman politikasına yaptığı katkılar halen tartışılmaktadır
TÜRK SOSYOLOGLAR
Ziya Gökalp
ıÜü23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğdu. 25 Ekim 1924’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehmet Ziya. Babası yerel bir gazetede çalışan memurdu. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi
Ziya Gökalp 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Bir yıl sonra 1895`te İstanbul’a gitti. Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sukûti ile ilişki kurdu. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1900`de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. 1908`e kadar Diyarbakır`da küçük memuriyetler yaptı. 2`nci Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki`nin Diyarbakır şubesini kudu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı. 1909`da Selanik`te toplanan İttihat Terakki Kongresi`ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Bir yıl sonra, örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1910’da kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi`nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da "Genç Kalemler" dergisini çıkardı. 1912`de Ergani Maden`den Meclis-i Mebusan`a seçildi, İstanbul`a taşındı. Türk Ocağı`nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua`da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmani`de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi.
1. Dünya Savaşında Osmanlı`nın yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919`da İngilizler tarafından Malta Adası`na sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır`a gitti, Küçük Mecmua`yı çıkardı. 1923`te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı`na atandı, Ankara`ya gitti. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet meclisi`ne Diyarbakır mebusu olarak girdi. 1924`te kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul`da yaşamını yitirdi. Osmanlı Devleti`nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı`dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamcılıktı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı`nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi. Toplumsal modeli, Emile Durkheim`in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi. Bireyi temel alan liberalizm ile çatışmacı toplumu temel alan Marksizm`e karşı mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı.

ESERLERİ: Kızıl Elma (1914) Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918) Yeni Hayat (1918) Altın Işık (1923) Türk Töresi (1923) Doğru Yol (1923) Türkçülüğün Esasları (1923) Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra)
ZİYAEDDİN FAHRİ FINDIKOĞLU

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 1901 yılında Erzurum’un Tortum ilçesinin Çamlıyamaç Köyünde doğmuştur. Asıl adı Ahmet Halil’dir. Fındıkoğulları ailesine mensup Halil Fahri Bey’in oğludur. Halil Fahri Bey 1860 yılında Tortum Çamlıyamaç’ta doğmuş ve çeşitli bölgelerde kadılık yapmış ve 1916 yılında ölmüştür.
Mehmet Eröz (1975:110) Fındıkoğlu’nun baba ve annesini şöyle tanıtır. “Kadılığı esnasında ahlakı, dürüstlüğü ve dirayeti ile kendini şahilere bile sevdirip saydıran bir hakim baba ile Hz. Peygamber’in türbesi yakınında yatmak arzusu taşıyıp, bu arzuya kavuşan, dini inancı çok yüksek bir ana.”
Annesi Fatma Zehra Hanım 1865 yılında Tortum’un Dikyarlı ilçesinde doğmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında hac vazifesini yapmak için gittiği Hicaz’da vefat etmiştir. Hüseyin Avni Göktürk, 1923’lerde Fındıkoğlu ile tanıştığını ve o yıllarda Fındıkoğlu’nun Fatih’te kendi eliyle yaptığı küçücük evinde annesiyle birlikte kaldığını belirtir. Göktürk (1977: 18) Fatma Zehra Hanım’ın dindar bir kadın olduğundan bahsederek şunları aktarır: Bana daima “Evni(Avni) Bey oğul Ehmed’e (Ahmet’e) söyle de namaz kılsın.” diyerek Ziyaeddin Fahri’nin namaz kılmadığından şikayet ederdi. Zira Fındıkoğlu’nun asıl adı Ahmet Halil idi.
Babasının memuriyeti ve Doğu Anadolu’da o yıllarda savaş ve göç olayları sebebiyle Ziyaeddin Fahri’nin çocukluğu sürekli yer değiştirmeler içinde geçmiştir.
B. Öğrenimi
Fındıkoğlu, babasının memuriyeti sebebiyle ilk öğrenimini Erzincan ve Hakkari’de yapmıştır. Malatya İdadisinden sonra Kayseri Sultanisinde başladığı öğrenimine İstanbul Gelenbevi Sultanisinde devam etmiştir. Gelenbevi Lisesinin 10. sınıfında okumakta iken daha büyük yaştaki sınıf arkadaşlarının askere alınması sonucu sınıf mevcudu kendisi gibi iki arkadaşıyla Ziyaeddin Fahri kalmıştır. Okul idaresi üç çocuk için sınıfı eğitim faaliyetine devam edemeyeceği gerekçesiyle sınıfı kapatır. O sıralarda Ziyaeddin Fahri, Posta-Telgraf Mektebinin sınvla öğrenci aldığını öğrenir. Vilayetler için posta müdürü yetiştiren bu okulun sınavlarına girer ve kazanır.
1922 yılında Posta –Telgraf Mektebini bitiren Ziyaeddin Fahri, aynı yıl Galatasaray Postahanesi’nde görev alır. Ayrıca Ziyaeddin Fahri Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe öğrenimine başlar. Geceleri postahanede çalışıp gündüzleri fakülteye devam ederek buradan 1924 yılında mezun olur. (Diploma tarihi: 23 Eylül 1924.)
C. BULUNDUĞU GÖREVLER
Ziyaeddin Fahri, Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra postahanedeki görevinden ayrılarak Erzurum Lisesi Felsefe Öğretmenliğine atanır (8 Aralık 1924). Bir süre aynı okulda Fransızca Öğretmenliği de yapan Fındıkoğlu 1925 yılı Ekim ayında Sivas Lisesi Felsefe ve Sosyoloji Öğretmenliğine atanır.
Fındıkoğlu bir yazısında (1959: 9-11) tarihçi Memduh Turgut’tan bahsederek “Erzurum Lisesi’nde o ders sensinin sonuna doğru vukua gelen bir hareket dolayısıyla Erzurum’dan uzaklaştırıldığımız zaman ben Sivas’a o da Bursa’ya gittik” diyor. Bu konuyla ilgili dipnotta ise şu kaydı düşmüş: “Bu hadise hakkında müşahade ve vesikalara müstenit notların neşri faydalı olur. Bu nevi neşriyâtı eski Erzurum Lisesinin talebe hareketlerine nazar etmek lazımdır.
Ziyaeddin Fahri 1926 Eylül’ünden sonra da Ankara Erkek Lisesi ve Ankara Kız Lisesi’nde felsefe, sosyoloji ve edebiyat öğretmenliği yapar. Bu görevini 1929 yılı sonuna kadar sürdürür.
1930 yılı başında doktora yaptırmak üzere yurt dışına gönderilecek bir öğrencinin seçimi için yapılan sınavda başarılı olarak Strasbourg Üniversitesi’ne gönderilir. Türkiye’deki lisans öğrenimi geçersiz sayıldığı için Strasbourg Üniversitesinde ikinci felsefe lisansına başlar ve 1933 yılında bu bölümden mezun olur. Fındıkoğlu, daha sonra 23 Ekim 1933 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İçtimaiyât ve Ahlak Doçentliği görevine atanır. Bu göreve kısa bir süre devam ettikten sonra Strasbourg’a dönerek hazırlamakta olduğu doktora tezi üzerine çalışmaya koyulur. Ziya Gökalp üzerine olan doktora tezini 1935 yılında tamamlayan Ziyaeddin Fahri, 1936 yılında doktor ünvanı ile İstanbul Üniversitesi doçentlik görevine döner.
1937 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji ve Komün Bilgisi Doçentliğine atanan Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, bu görevini sürdürürken bir taraftan da Prof. Dr. Gerhard Kessler’in tercüme işleriyle uğraşır. 1941 yılında profesör olan Fındıkoğlu, 1944’te İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji ve sosyal siyaset kürsüsüne geçer. Ayrıca Fındıkoğlu 1947-1949 yılları arasında İktisat Fakültesi Dekanlığı görevinde bulunur. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 1958 yılında da ordinaryüslüğe yükseltilir. 6 Haziran 1973 tarihinde emekli oluncaya kadar bulunduğu fakültede kürsü başkanlığını sürdürür.
D. AİLESİ VE ÇOCUKLARI
Fındıkoğlu’nun eşi Efser Hanım 1913 yılında İzmir’de doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur. Efser Hanım, Ziyaeddin Fahri Bey’e daima yardımcı olmuş, ona rahat bir çalışma ortamı hazırlamıştır (Bilgiseven, 1987:14). Fındıkoğlu’nun Emin (1940) ve Ali Halil (1949) adında iki oğlu; Pınar (1942) adında bir kızı vardır.
E. HASTALIĞI VE ÖLÜMÜ
Fındıkoğlu ilk ciddi rahatsızlığını 16 Aralık 1971 günü yaşadı. Aşırı yorgunluk nedeniyle geçirdiği kriz sonucu bilimsel çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. Fındıkoğlu, 1974 yılının 15 Kasımı 16 kasıma bağlayan gece vefat etti. 18 Kasım Pazartesi günü kalabalık bir topluluğun katılımıyla gerçekleşen cenaze töreninden sonra Edirne Kapı Şehitliğinde toprağa verildi.
A. KİŞİLİĞİ VE BİLİM ADAMLIĞI
Çok yönlü bir bilim adamı olan Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun kişiliğini tesbit etmek fevkalade güçtür. Çünkü onu bilimsel çalışmalarından, kurduğu ve yürümesine yardımcı olduğu teşkilatların faaliyetlerinden, öğrencilerinden ve kitaplarından ayrı düşünmek mümkün değildir.
O, her şeyden önce mütevazi bir insandır. Kendini hiç bir zaman ön plana çıkarmaz. Pek çok eserin sahibi birçok meselede vukuf sahibi olmasına rağmen kendisinden söz ettirmek istemez. Birinci derecede önemli saydığı ülke kalkınması ve sağlıklı bir bilim anlayışının yerleşmesi için sarf ettiği çabaları çoğu kez bir yayın organında yahut bir dernekte değerlendirerek topluma mal etmeye çalışmıştır. Bunu, kurduğu derneklerde resmi görev almadan veya alt kademede görev alarak teşkilatı yönlendiren, başka kişi ve kurumların da katkısıyla faaliyetlerini ortaya koyan tavrında açık olarak görmekteyiz. Kendini ön planda takdim etmeme davranışının bir tezahürü de müstear isimler konusunda ortaya çıkmaktadır. Çok sayıda müstear isim kullanmış, bazen imzasız yazılar yayımlamıştır. O, kendini topluma adamıştır.
Karşısındaki kişi kim olursa olsun fikirlerine saygı gösterir, güler yüzle ve hoşgörüyle yaklaşırdı. Özellikle öğrencilerine bir baba şefkatiyle yaklaşır, onlara kötü söz söylemez, kusurlarını anlayışla karşılardı. Kimsenin kalbini kırmak istemezdi. Öğrencisine değer veren, bildiği her şeyi başkalarına öğretmek isteyen erdemli bir hoca, hasislik ve mesleki kıskançlık bilmeyen bir bilim adamı idi.
Her yaşta ve her türlü insanla rahatça konuşabilen, babacan tavırlı bir kişi idi. Kendinden yardım isteyen herkesin problemiyle ilgilenirdi. Gösterişten uzak bir hayat yaşardı. Çok sade, bol ve rahat giyinirdi.
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, kendisini ülke kalkınmasına, Anadolu’nun ve Anadolu insanının problemlerine, bunların da üstünde bilime adamıştı. Çok çalışkan bir bilim adamı idi. Doğup büyüdüğü topraklardan kopmayan, ömrünün sonuna kadar bu memleketin sıkıntılarıyla kafasını yoran Fındıkoğlu’nun bu özelliğini, Cahit Tanyol (1976:11-12) şöyle ifade eder: ‘O, toplum sorunlarıyla uğraşan bir bilgin olmaktan çok, toplumcu bir insandı. Toplumcu kavramını burada toplum sorunlarına pratik bir katkı anlamında kullanıyorum. Yanlışlığa neden olmaması için ona cemiyetçi demek daha doğru olur.”
Fındıkoğlu, aile çevresinden ve kendi toplumundan aldığı milli ruh ile batılı bilim anlayışını bir terkip halinde kişiliğinde toplamıştı. Düşüncesi, tavırları ve davranışları ile hep bu imajı ortaya koyardı. Cahit Tanyol (1976) bu konuda da şunları söyler: “Fındıkoğlu, kökeni Anadolu’ya bağlı aydınların prototipiydi. Davranışında, yürüyüşünde bir çeşit Anadolu aydını çelebiliği hissedilirdi. Ne batı karşısında ezik, ne de doğu içinde tutsaktı. O, Anadolu aydınının alafrangalaşmış üniversitede bir temsilcisi ve hatta bir tepkisiydi.”
Fındıkoğlu çok yönlü bir bilim adamıdır. Asıl alanı sosyoloji olmasına rağmen hukuk, tarih, edebiyat tarihi, folklor ve sosyal bilimlerin diğer bütün alanlarıyla ilgilenmiş, araştırmalar yapmış, teşkilat çalışmalarının yanı sıra kitap, broşür ve makaleler yayımlamıştır. Onomastik ve dil bilimiyle, kooperatifçilikle, basınla ilgili çalışmaları ve görüşleri ayrı birer inceleme konusu olabilecek niteliktedir.
Sosyal realiteye “bütüncü” bir tavırla yaklaşmış, toplumsal sorunları bütün boyutlarıyla inceleyerek olayları top-yekün kavramaya çalışmıştır. Bilimsel çalışmalarında bazen tümdengelim, bazen de tümevarım metodunu kullanmış, fakat hepsinde meseleyi geniş bir çerçevede incelemiştir. A. Kurtkan’ın (1976: 32) ifadesiyle “O, bütün bir cemiyeti bugünü ve tarihi ile kendi zekâsının projektörü altında tarayabilen, cemiyet denilen derin ve geniş sahaya adeta büyük bir alandaki kuyulara girer gibi derinlemesine girebilen nadir zekâlardan biridir.
Z. Fahri Fındıkoğlu, sağlam bir bilimsel kişiliğe sahipti. Çok köklü bir bilim anlayışı vardı. Ona göre ilim her şeyden önce bir sabır işidir. Aceleyle ortaya konulan çalışmaların bilimsellikten uzak olduğunu bildirerek bu düşüncesini (Anadolu Mecmuası, 1924: 11) “hayata bilvasıta müeesir olan ilmin en çok nefret ettiği isti’cal, şarlatanlık; en ziyade sevdiği de sabır, samimiyet, tevazudur” sözleriyle açıklar. Önüne gelen herhangi bir konuda ciddi araştırma yapmadan yayın faaliyetine girişenleri şiddetle kınayan Fındıkoğlu (1924: 12), “her çi bad abad eser neşretme” nin “ilme karşı bir ihanetten başka bir şey olmadığını” belirtir.
Fındıkoğlu, objektifliği bilimsel çalışmanın ilk ve vazgeçilmez kuralı kabul eder. Ona göre (Meslek, 1925: 17) “müdekkik, kendi hislerini, ihtiraslarını ve mefkürevi düşüncelerini karıştırmadan, mümkün bir müşahit sıfatıyla” incelemelerini sürdürmelidir.
Fındıkoğlu, hayatı boyunca politikanın ve bürokratlaşma eğiliminin tamamen dışında kalmıştır. “Politikanın, hem de günlük politikanın girdiği yerde hayır kalmaz” sözleriyle belirlediği tavrını ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Onu yakından tanıyan Cavit Orhan Tütengil, (1976: 27) “Seçim öncelerinde Fındıkoğlu, milletvekilliği ya da senatörlük konularında Erzurum kentinin yetkili organlarından adaylık önerileri alırdı. Bu amaçla kendisini ziyaret eden heyetler de olmuştur. Üniversitedeki çalışmalarını her şeyin üstünde tutan Fındıkoğlu, bu içtenlik dolu önerileri nezaketle reddetmesini bilmiştir. Onun için sadece parlamenter olmak değil, bakan olmak bile işten değildi” diyerek onun günlük politikanın ne kadar uzağında olduğunu dikkatlere sunar.

EROL GÜNGÖR
Yazar, fikir adamı. Kırşehir`de doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketinde yaptı. İ.Ü. Hukuk Fakültesi`nde bir süre okuduktan sonra İ.Ü., Edebiyat Fakültesi`ne geçerek Felsefe Bölümü`nü bitirdi (1961). Prof. Dr. Mümtaz Turhan`ın yanında sosyal psikoloji asistanı oldu. 1965`te doktorasını verdi. İki yıl ABD`de Colorado Üniversitesi`nde araştırmalar yaptı. 1971`de doçentliğe, 1978`de profesörlüğe yükseldi. 1982`de Konya Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü`ne getirildi. İstanbul`da öldü.
ESERLERİ
AHLAK PSiKOLOJiSi ve SOSYAL AHLAK
Bu eser, Prof. Dr. Erol Güngör`ün “Ahlâk Psikolojisi” (1974) ve “Sosyal Ahlâk” (1975) konularında kaleme aldığı, bu güne kadar yayınlanmamış iki eserinden meydana getirilmiştir.
İSLAMIN BUGÜNKÜ MESELELERi
20. Asrın ikinci yarısında görülen İslâm Uyanışı dünyanın büyük ilgisini çekmektedir. Bütün İslâm dünyasını incelemekle beraber, Türkiye`ye ağırlık vermiştir.
İSLAM TASAVVUFUNUN MESELELERİ
Erol Güngör bu eserinde, sosyal ilimci gözüyle İslâm dünyasının tasavvufî meselelerini ele almaktadır.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve MiLLiYETÇiLiK
Yazar bu eserinde milliyetçilik ile Türk kültürü arasındaki münasebetlere sosyal-psikoloji açısından bakmaktadır.
KÜLTÜR DEĞiŞMESi ve MiLLiYETÇiLiK
Bu eserde kültür değişmeleri, zihniyetimizde meydana gelen değişmeler ve milliyetçilik meseleleri arasındaki ilgiler üzerinde durulmuştur.
DÜNDEN BUGÜNE
Milliyetçilik fikirlerinin temel kaynakları olan tarih ve kültür meselelerini, sosyal ilimci gözüyle, tahlil etmekte ve okuyucunun meselelere bakış açısı kazanmasını sağlamaktadır.
TARiHTE TÜRKLER
Bu eser sosyal ilimci gözüyle Türk tarihinin başlangıcsından günümüze bir tesbitidir.
SOSYAL MESELELER ve AYDINLAR
Erol Güngör`ün Ortadoğu ve Millet gazetelerinde neşredilenlerin haricindeki makalelerinin toplanmasıyla meydana getirilmiştir.
DÜNYAYI DEĞiŞTiREN KiTAPLAR
Bu kitap batı dünyasının -ve dolayısıyla bütün dünyanın- bugünkü halini almasında büyüktesirleri olmuş bulunan on altı eseri asıllarından ve bütünüyle okuma imkanı bulamayanlar için tertiplenmiştir.
BATI DÜŞÜNCESiNDEKi BÜYÜK DEĞiŞME
Bu eserde Avrupa düşüncesinde 1680-1715 tarihleri arasında yer alan köklü değişmesinin hikâyesini anlatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder